Yıldırım Demirören’in yedi yıllık futbol federasyonu başkanlığı, başladığı gibi tuhaf biçimde noktalandı. Bu uzun görev dönemiyle ilgili olarak, duygusallığı bir kenara bırakıp işi ölçülebilir değerler açısından ele aldığımızda, tam bir iflas durumunun sözkonusu olduğunu ilgili herkes görüyor, biliyor, söylüyor. Bunun temel nedeni, TFF’nin bu konudaki görevlerini yerine getirmeyişi. 1989’dan bu yana özerk futbol yasası TFF’ye olağanüstü yetkiler verdi ama bunlar gerektiği gibi kullanılmadı. Bunun dışında da başta Milli Takımın başarısızlığı olmak üzere pek çok konuda büyük fiyaskolar yaşandı. 2016 Avrupa Şampiyonası mücadelesinde Fransa ile aramızda 7-6’lık bir mücadele varken bu kez Almanya karşısında niçin 12’ye 4’lük bir yıkım yaşadığımızı da kimse merak etmedi. Demirören, yabancı futbolcu sayısından başlayıp başka pek çok konuda sürekli bir tutarsızlık ve çelişkiler yumağında boğuldu. Sayın Demirören’in TFF başkanlığına getirilmesi, bu ülkede ne yazık ki sık sık olan akılalmaz işlerden biriydi çünkü Beşiktaş kulübünün başkanlığı döneminde çok büyük zararlara ve sıkıntılara yol açmıştı. Yapılan büyük harcamalara karşın hiçbir açıdan en küçük bir başarı sözkonusu değildi. Yönetim açısından yapılan yanlışlarla da Del Bosque ve futbolcu Ferrari’ye 8,5’ar milyon EURO ödemek zorunda kalmak gibi korkunç durumlar yaşanmıştı. Yıldırım Demirören göreve başladığı gün Milli Takım dünya sıralamasında 25’likteydi, bugün 41.sırada. yedi yılın içine denk gelen 2012 ve 2016 Avrupa Şampiyonalarıyla 2014 ve 2018 Dünya Kupalarından sadece 2016’ya katılabildik. O da ‘katılmayanı dövüyorlar’ şeklindeki 24 takımlık düzenlemenin getirdiği avantajdan mucizevi şekilde yararlanarak mümkün olabildi. Şampiyonada ne yapabildiğimizi ve neler yaşandığını hepimiz biliyoruz. Yıldırım Demirören milli takımda üç teknik adam ile çalıştı. Kendisinde önce göreve getirilmiş bulunan Abdullah Avcı’nın görev döneminin tamamına yakını onunla geçti. Fatih Terim’in göreve getiriliş şekli tatsızdı. 2+5 yıllık olduğu belirtilen sözleşme ve Türkiye Futbol Direktörü unvanına pek anlam verilemedi. Ne yaptığını bilmez, diye nitelendirilebilecek işlerin sonucunun ne olduğu da görüldü. Son teknik adam Lucescu ile yaşananları da kuşkusuz ki biliyorsunuz… Sayın Demirören’in futbolumuzun içinde bulunduğu sorunların çözümü konusunda ne gibi bir fikrinin bulunduğu konusunda hemen hiçbir bilgi edinmek mümkün olamadı. Uygulamalara baktığımızda da tutarsızlık ve çelişki en çok rastladığımız özellikler oldu. Bunlarla ilgili olarak zaman zaman dehşet verici derecede saçma sözler etmekten de kendini alamadı. Ancak bütün bunlara pek aldırış eden de olmadı. Örneğin, göreve geldiği günlerde futbolumuz tam anlamıyla bir altüst oluş sürecindeydi. Şike olayıyla ilgili gelişmelerde öncelikli görev TFF’nindi. O da sürekli topu taca atma çabası içinde göründü. Bunu anlamak mümkündü. Hatta TFF başkanı ben de olsam o korkunç dönemde başka birşey yapamazdım. Ancak hiçbir aşamada tutarlı ve kararlı olmak gibi yöneticiliğin temel niteliklerine hiç kulak asmadı. Elbette ki iş o kadarla kalmadı. Muhtemelen en büyük fiyaskosu, yabancı futbolcu sayısındaydı. Bu sayının 5+0+2 gibi Hacivat-Karagöz oyununa benzer formüllerle azaltılmaya çalışıldığı bir dönemde sayı birdenbire 14’e çıkarıldı. Daha önce bu sayının azaltılmasını şiddetle savunan bir kişi olarak bunun tam tersi olan yeni uygulamaya da sahip çıktı. Bunun futbolumuza çok yararı olacağını ileri sürdü. 2024 Avrupa Şampiyonasını alma konusunda fazla bir şansımızın bulunmadığını, bu işleri bilen herkes size söyleyebilirdi. Ancak Yıldırım Demirören bu konuda da kendisine herhangi bir hesap sorulmayacağını bildiğinden, bize masal anlatmakla yetindi. Şampiyonayı alabilmek için hangi çalışmanın yapıldığını ve nerelere ne kadar para harcandığını bilmek mümkün değil! Bu konudaki asıl büyük fiyasko olan 2016 mücadelesinde Fransa’ya yediye karşı altı oyla kaybedişimizin yanında, bu kez 12-4’lük bir bozgunun ortaya çıkması üzerinde kimse durmadı. Yıldırım Demirören döneminde TFF görevlerini gerektiği gibi yapabilse, başta büyük kulüplerimiz olmak üzere futbolumuz böyle bir borç batağına düşmeyebilirdi. Bu borçlar, hiçbir futbol aklına uygun olmayan ve işleyişi itibariyle de düpedüz bir soyguna dönüşen transferlerden doğdu. O transferler için yeterli kaynak olmadığından devreye bankalar girdi. O bankaların faizleri de kulüpleri bu hale getirdi. TFF bütün bunları yıllarca seyretti. Kulüplere şimdi uygulanacağı söylenen birtakım müeyyideler, özerk futbol yasasının çıkarıldığı 1989’dan bu yana gündeme gelmiş durumda. Ancak bunların hiçbiri uygulanmadı. Ne zaman ki işe UEFA el koydu, ondan sonra biraz kıpırdanma başladı. Atı alan çoktan Üsküdar’ı geçtiğinden şimdi ne yapılabileceği de pek bilinmiyor. Kulüplerin borç batağından kurtarılması için TFF ile Bankalar Birliği toplantısından kimsenin birşey anlayamayışı bundandır. irören’in görev dönemiyle ilgili olarak daha sayfalar dolusu olumsuzluğu burada sıralayabilirim. Elbette ki Demirören’in gücünü aşan sıkıntılar, çözemeyeceği sorunlar vardı. Ancak yapabileceği yığınla işi de ıskalamış ya da pek üzerinde durmayı gerekli görmemiştir. Özeti şudur: Futbolumuz bir yedi yıl daha yitirmiştir.